YAZARLAR

İstanbul Sözleşmesi’nden BRICS’e: Eksen meselesi

Batı sistemi ülkemizde insan hakları açısından çifte standartlı olmak şeklinde eleştirilip bu hakları tümden devre dışı bırakan Doğu sistemine geçmek ancak Koloni Valisi olmaktan çıkıp diktatör olmak isteyenlerin tercihi olabilir.

Yıllarca alttan alta işlenen, iktidar beslemesi örgütler aracılığıyla ülke geneline yayılan bir kara kampanya yürütüldü. Kafa karıştırıcı söylem bolluğuna rağmen, kadın hareketleri, kadın karşıtlığı ana teması çerçevesindeki bu kara kampanyanın odak noktasının İstanbul Sözleşmesi olduğunu biliyordu. 2016 başlarında yani 15 Temmuz’un öncesinde, kadın karşıtlığı yüzeye çıktı. Parlamentoda kadın ve eşitlik karşıtlığı, şu malum, meşhur ve meşum ‘BoşanMA’ Komisyonu aparatıyla ülke gündeminin ana konularından birisi haline getirildi. 2011’den itibaren harekete geçmişlerdi, biliyorduk. Beş yıl kadar gizlice, sinsice yürütülen çalışmaların kıvama geldiği düşünülmüş olmalı. Kadın haklarının tartışmaya açıldığı bu döneme ilişkin yazılarımda İstanbul Sözleşmesi’nin ön plana çıkışı bu nedene dayanır. İstanbul Sözleşmesi’nden tek taraflı, tek imzalı ve hukuksuz çıkış kararı verilmeden önce bile, tartışmaların yoğunlaşıp AKP MYK gündemine alındığı tarihlerden çok öncesinde böyle bir kararın Türkiye’nin geleceğine dair bir karar olacağını söylüyorduk.

İnsan hakları ve özellikle kadın hakları bağlamında evrensel değerlerden uzaklaşma yönündeki iktidar eğilimi ülkeyi her alanda uçurumun kıyısına getirdi. Ancak bu eğilimi yaygınlaştırmak için seçilen bazı isimler ise “yürü ya kulum” desteğiyle hızlıca yükseliverdi. Sözleşme karşıtı ve kadın karşıtı tüm kampanyalar kamu kaynaklarıyla fonlandı. Ve her kampanyada görülen ortak isimlerden birisi Mücahit Birinci idi. 2010’lu yılların başlarında Bursa’da bir aile korumacı derneğin başkanı olarak adı duyuldu ilkin. Sözleşme karşıtı kampanyalar yükseldikçe onun konumu da yükseldi. Birkaç yıl içinde öğretim görevlisi olarak gördük. Derken hukukçu titriyle çıktı karşımıza ve hukuksuz sözleşmeden tek taraflı çıkış kararı sonrasında AKP MYK üyeliğiyle ödüllendirilmiş gördük. Konumuzla doğrudan ilgisi olmayan parantez içinde sayabileceğimiz bu bilgiyi kayda geçsin diyerek paylaşıyorum. Tabii ki bu ismin AKP’nin günümüzde yaşadığı iç tartışmalardaki rolüne dikkat edince önemli bir detay sayılabilir. Ve tabii ki 2010’lardan itibaren AKP’nin, İran’la da paralel giden ve ara sıra haberlere konu olan BRICS merakı ile İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış kararı arasında bağlantı kurmayı da kolaylaştırır.

Türkiye dış politikası, dünyanın yeniden çok kutuplu yapıya dönüşmesinin sancılarının yaşandığı bir ortamda sözüm ona stratejik otonomi konumuna yerleşmeye çalışıyor. Batı kutbuna eskisi gibi tümüyle angaje olmayacağını göstermek için de Avrupa Konseyi ile arasına mesafe koymayı seçmiş görünüyordu, uzunca bir süredir. AİHM kararlarını uygulamayışı yaklaşımını belli ediyordu. Fakat 2021 tarihli İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış kararı ile dünyaya resmen, insan hakları evrensel değerlerinden çıkışını ilan etti. Kadınların eşitlik mücadelesi, kadın hareketlerinin gündemi yazık ki Türkiye siyasetinde bir nevi magazin haberi muamelesi görmekten tam olarak hala kurtulamadığı için konunun önemi vaktinde kavranamadı. İstanbul Sözleşmesi hakkındaki politikanın Türkiye dış politikasında bir eksen kaymasına işaret ettiğini defalarca yazmıştım. Farklı mecralardaki bu yazılarıma bugün dönüp baktığımda hep ‘404’ uyarısı çıkıyor karşıma. Birileri önemini fark etmiş anlaşılan ama…

Rusya, İran, Vatikan BM koridorlarında yaptıkları kulis çalışmasıyla, toplantılardaki diplomatik tartışmaları kadın karşıtı görüşleriyle bloke ederken Türkiye de eş zamanlı olarak BRICS yönüne doğru eğilmeye başlamıştı. Dünyada ve ülkemizde sağ popülizmle birlikte yükselen ırkçılık, militarizm ve cinsiyetçilik politik önem kazanırken, yükselen İstanbul Sözleşmesi karşıtı kara kampanyalar bile, kadın hareketlerinin tüm çabasına rağmen, konunun sadece şiddetle mücadele için hazırlanan İstanbul Sözleşmesi ile sınırlı olmadığını anlamadı. Sadece ‘sıradan bir kadın sorunu’ gözüyle bakıldı. Hani eskiden yangında ilk kurtarılacaklar listesi asılı olurdu kamu kurumu duvarlarında hatırlarsınız. Ancak biliriz ki bunun tam tersini içeren, yazılı olmayan kurallar vardır, devletlerin bürokratik akıllarında. Krizde ilk feda edilecekler listesidir bu ve yazılı kurallardan çok daha yüksek etki gücüne sahiptir. İlk feda edilenler kadınlar olur. Ekonomik krizde istihdamı düşürürken, ideolojik yaklaşımlarla eğitim hakları kısıtlanırken, sağlık politikalarında tasarrufa gidilirken ilk gözden çıkarılanlar kadınlardır. Tam da bu nedenle, bu yaygın uygulamaların olağan sayılması yüzünden İstanbul Sözleşmesi karşıtlığının diplomatik alana ne şekilde yansıyabileceği üzerinde durulmadı. Avrupa Konseyi bile kendisine yönelik etki alanını daraltacak bir hamle oralar görmedi ya da görse bile önemsemedi. Nihayetinde ‘bir kadın meselesi, o kadar da abartıp daha ciddi alanlardaki ilişkilerimizi zedelemeyelim’ der gibiydi.

Diğer taraftan Rusya, Türkiye’nin eksenini kendinden yana sabitlemekte çok kararlı. Türkiye diplomasisinin utangaç sessizliğine karşın Kremlin, dünyaya gümbür gümbür ilan etti BRICS üyelik başvurusunu. Ve 22-24 Ekim toplantısına Erdoğan’ın da katılacağını. Anlıyoruz ki üyelik başvurusu kabul edilecek ve bizler hiç haberimiz olmadan sistem değiştireceğiz. Bununla da kalmayacak NATO üyeliğimiz nedeniyle böyle bir itibar tanındığı dikkate alınırsa hem Batı sisteminde hem Doğu sisteminde ‘güvenilmez ortak’ damgası vurulacak üzerimize. Nitekim son yıllarda TC vatandaşlarına, yeşil pasaporta bile vize zorluğu yaşatılarak, Türkiye’nin dünyadan izole edilecek ülkeler listesine alındığını görebiliyoruz. Üye ülkeler arasında ekonomik ve kültürel işbirliği öngören BRICS yapılanması kurucu ülkelerin baş harflerinden oluşuyor. Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika devletleri genişleme kararı alırsa, sonradan katılan Türkiye gibi ülkeler “+” paranteziyle mi anılacak bilmiyorum ama o yapının yedek lastiği olacağımıza şüphe yok. Galiba tek yedek lastik de olmayacağız. Çünkü ‘Batının tek taraflı ekonomi modeline alternatif’ olma iddiasıyla 2001’den bu yana dünya gündeminde yer alan BRICS yapısı, muhtemelen bir kısmı spekülasyon olan pek çok ülkenin kendisine katılmak istediğini sık sık duyuruyor. Türkiye hakkındaki bilgiler hayli somut ifadelerle duyurulduğu için spekülasyon olduğunu söylemek gerçekçi olmaz. Peki yıllar içinde isimleri duyurulan diğer ülkeler hangileri ya da Türkiye’nin yanında yer almak istediği ülkeler listesinin ortak özelliği ne dersek, önce listeye bakalım: Şputnik Türkiye haberinde yer alan ülkeler, Bahreyn, Bangladeş, Beyaz Rusya, Cezayir, Endonezya, Fas, Honduras, Kuveyt, Küba, Meksika, Nijerya, Suriye, Tacikistan, Tayland, Tunus, Vietnam ve Yunanistan.

Yeni sömürgeciliğin ‘Doğu tipi’ kendisini ‘Batı tipi’ yeni sömürgeciliğin alternatifi olarak pazarlayıp adını BRICS koydu diyebiliriz. Kendi ülkesini Koloni Valisi gibi yönetenler için hangi sömürgecinin emrine gireceği pek fark etmeyebilir. Ancak Batı sisteminden de tümüyle çıkılmadığı durumlarda (bizim gibi) BRICS üyeliği stratejik otonomi ile izah edilemez. Böyle bir durumda stratejik otonomi, her küresel krizde iki taraf arasında pinpon topu gibi gidip gelmek anlamına gelir. Ki böyle bir strateji tercihi denge politikası da sayılmaz. Tersine “Batı sisteminin beni tek başına sömürmesi yetmez aynı zamanda Doğunun da sömürgesi olayım” demektir. Ve Batı sitemi insan haklarını geliştirmeye yönelik evrensel değerler üzerine kuruluyken Doğu sistemi tersine evrensel insan hakları değerlerinden uzaklaşmayı özellikle de kadın haklarını yok saymayı dayatıyor gibi. Batı sistemi ülkemizde insan hakları açısından çifte standartlı olmak şeklinde eleştirilip bu hakları tümden devre dışı bırakan Doğu sistemine geçmek ancak Koloni Valisi olmaktan çıkıp diktatör olmak isteyenlerin tercihi olabilir.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.